Panik atağın panik bozukluğu diye tanımlanmış, sınıflandırma kitaplarına girmiş bir hastalıkla onun içindeki ataklara verilmiş isim olduğunu kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Panik atak, çarpıntı, terleme, titreme, nefes darlığı, boğuluyor gibi olma, göğsünde ağrı, sıkışma gibi fizyolojik ve zihinsel belirtilerle karakterize bir hastalık tanımı içerisinde geçiyor. Kişi aynı anda aklını kaybedecek gibi hissediyor, ölüm korkusu var. Arabayla hızla giderken direksiyon hakimiyeti kaybedince ne hisseder insan? Bir an ‘takla atacağım, öleceğim’ diye dehşete kapılır. Panik bozukluğu olan kişiler panik atak esnasında böyle bir duygu hissediyorlar. Kontrolü kaybetme duygusu.” dedi.
Acil servise ’Kalp krizi geçiriyorum’ diye başvuranların vakaların yüzde 57’si panik bozukluğu
Beklenmedik bir şekilde bu atakların gelmesine panik bozukluğu dendiğini ifade eden Prof. Dr. Tarhan, şöyle devam etti:
“Şimdi bir insan bir şeye üzülür, stres olur, arkasından çarpıntı heyecan olur. Bu panik atak değil. Bunun sebebi belli. Panik atak bozukluğunda beklenmeyen bir şekilde, nedensellik bağı olmadan uykuda bile olur ve panik atakla uyanır kişi. Doktorlar buna ‘panik atak’ der. Bu kişi uyanır ve o anda sebebini de açıklayamadığı için, ‘Niye durup dururken bu’ diye… Kalbinde çarptı, terleme, titreme, ölüyor gibi, aklını kaybediyor gibi bir his olduğu, belirsiz olduğu için daha kötü hisseder kendini. Ve acil servise başvurur.
Acil servise ’Kalp krizi geçiriyorum’ diye başvurup da anjiyo yapılan vakaların yüzde 57’si panik bozukluğu, sağlam çıkıyor. Yüzde 57 çok yüksek bir sayı. Gereksiz tetkik yaptırıyorlar. Tıbbi harcamaları çok etkileyen bir şey. Panik bozukluğu olan kişilerde, sağlık endişesi yüksek oluyor. Hastalıklı ilgili konulara devamlı ilgisi var. Bir yeri uyuşsa sağlık kuruluşuna gidiyor. Beklenti anksiyetesi oluyor. Kişi devamlı ataklar dehşetli bir felaket duygusu uyandırdığı için, atağı geçireceğim diye, kaçınmaya, korkmaya başlıyor.”
ZEKİ MÜREN DE PANİK ATAĞINDAN BODRUM’A KAPANMIŞTI
Ataklar her ortamda olabildiği için kişilerin tek başına dışarı çıkamamaya başladığını, banyoya tek başına giremediğini, hatta atak geçireceğim diye, evde emekleyerek yürüyenlerin bile olduğunu anlatan Prof. Dr. Tarhan, “Yürüyemiyor, dışarı yalnız çıkamıyor, eşi işe gittiği zaman annesinin yanına gidenler var. Bir de agora fobilik panik ataklar var, açık alan korkusu. Vapura, otobüse binemiyor, tünele giremiyor, seyahat yapamıyor. Bunlar hayatını çok ciddi etkiliyor. Kişi hayatın birçok fonksiyonlarından kaçıyor. Zeki Müren’i biliyorsunuz. O zamanlar çok konuşulmadı ama daha sonradan anlaşılıyor, o da panik atak nedeniyle insan içine çıkmak istemiyor. Ve Bodrum’a kapanıyor. Kalp krizi geçireceğim diye, o duygunun dehşetini yaşıyor. O zamanlar bu teşhisler çok fazla bilinmiyordu. Konuşuluyordu ama çok yaygınlaşmamıştı. Ve sonrasında bir sahneye çıkıyor, arkasından atak geçiriyor.” diye konuştu.
Korkulan durumların beyine bir etkisinin olduğunu, kişinin yanlış inanışları ve yaşadığı aşırı zorlamalar nedeniyle beynin onunla ilgili pozisyon aldığını ve onunla ilgili bağlantılar kurarak benzer tepkiler vermeye başladığını kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Bazı ileri durumlarda kendi panik atağımızı kendimiz davet ediyoruz. Kısır döngüye giriyor. Kişi düşündükçe artıyor, arttıkça daha çok düşünüyor.” dedi.
Narsistlik yatırımını bedenine, sağlığına yapanlarda aşırı sağlık endişesi oluştuğunu dile getiren Prof. Dr. Tarhan, “Narsistlik yatırım ne? Kişinin en sevdiği şeye yatırımını yaptığı durum. Sevgi yatırımı. En narisist varlık çocuktur, kendini sever. Doğuştan narsistlik bir şeyi sevme kapasitesi ile doğuyor. Onu narsist insanlar kendilerine yöneltiyorlar. Kişi kendini aşmışsa, ülkesine, vatanına, insanına, varoluşa, yaratılışa, yaratana yönelterek narsistlik yatırımını dengeli dağıtır. Bu kişiler de narsistlik yatırımını bedenine, sağlığına yapıyorlar. Aşırı sağlık endişesi oluşuyor. Ve ilginç istatistikler var. Avrupa’da toplumda yaygınlık oranı yüzde 3. Amerika’da yüzde 11.” şeklinde konuştu.
Kanser tanısı almış kişilerde daha çok panik atak görülüyor
Hızlı ve riski yaşayan kişiler ile kanser tanısı almış kişilerde daha çok panik atak olduğunu ifade eden Prof. Dr. Tarhan, bu kişilerde tekrar hastalanacağım, atak geçireceğim diye sağlık endişesinin arttığını kaydetti.
Beynin ön kısmındaki hipotalamus bölgesinin otonom sinir sistemini yönettiğini, otonom sinir sisteminin de sempatik ve parasempatik aktivasyonunun var olduğunu dile getiren Prof. Dr. Tarhan, şöyle devam etti:
“Sempatik aktivasyon, savaş kaç aktivasyonu. Tehlike anında savaş. Eğer savaşamayacaksan kaç diye. Tehlike anında vücut hemen savaş veya kaç tepkisine girer. Bütün kaslar gerilir, tansiyon yükselir, damar direnci artar, bütün dikkat artar, bütün vücut enerji kaynaklarını kana pompalar, glikozlar, yağlar hepsi kana pompalanır. Bütün enerji kaynakları savaş-kaç tepkisi verir. Bu bir anlık işe yarar, vücudu dik tutar, uyanık tutar yahut da korkuyorsa tansiyonu düşer, bayılır kişi. Eğer kişi böyle durumlarda eğitimliyse, ruhsal, psikolojik sağlamlığı iyiyse parasempatik sinir sistemini devreye sürer. Vakum sistemi deniyor. Vakum sistemi vücudumuzun en uzun sinir sistemi. Vakum sistemi vücuttan beyne mesaj getiren bir sistem. Tehlike geçti, her şey kontrol altında, her şey yolunda gidiyor diye. Parasempatik sistemi devreye girerse, kişi o anda soğukkanlı olur, aşırı tepki vermez ve tehlikeyi atlatır.” diye anlattı.
‘UYKU UYURKEN BİLE OLABİLİR’
“Beyinde tehlike algısı varsa uyku uyurken bile olabilir. Onun için ‘Algılarımız gerçeklerimizdir’ sözü tam ona uyuyor.” diyen Prof. Dr. Tarhan, panik atakla ilgili yapılan çalışmalarda ailesel yatkınlıktan da söz edildiğini, bazı ailelerde ise bu durumun tam olarak genetik değil ama familyal yani geni bulunamamış olduğunu anlattı.
Epigenetik denilen daha sonra yaşam tarzının genleri değiştirmesiyle ilgili olan hastalığın nesilden nesile aktarılmadığını da kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Yaşanmazsa da kayboluyor. Öyle bir ailesel özellik var. Bu özellik nedeniyle aile içerisinde geçmişte kalp krizi geçirenler, kanser tanısı almış olanlar, bir de tramvatik yaşantıları olanlar, yani çocukluk çağı travması olan kişilerde de bu çok oluyor.” dedi.
Panik atakta el ve ayaklarda uyuşmalar olduğunu dile getiren Prof. Dr. Tarhan, “Baş dönmesi, çarpıntı oluyor, nefes darlığı, göğüste sıkışma hissi oluyor. Panik atak geçiren kişilere dikkat edin. Yanlarında hep su taşırlar. Çantanda su var mı? diye sorduğumuzda çoğu evet der. Evet deyince de tanıyı doğruluyor. Çünkü bu onların korkusu oluyor. Bir antidepresan ya da sakinleştirici ilaç taşırlar.” diye anlattı.
Çocuklarda panik atak olmaz
Çocuklarda panik atak konusuna da değinen Prof. Dr. Tarhan, “Çocuklarda panik atak olmaz. Panik atak için belli bir zihinsel seviye gerekiyor. Araştırmak gerekir fakat çocuklarla ilgili benim hatırladığım tanı kitaplarına girmiş çocuk panik atağı yok. Ama çocukluktaki kaygı bozuklukları var. Böyle durumlarda bir risk grubuna giriyor. Bu nedenle kişinin sağlığını değerlendirme, yorumlama hatalarıyla ilgilidir. Biz tedavide düşünce alışkanlıklarını değiştirmeye çalışıyoruz. Semptomu felaketleştiriyor bu kişiler. Genellikle entelektüel seviyesi yüksek kişiler oluyor.” dedi.
‘ERGENLİK ÇAĞINDA PANİK ATAK OLUYOR’
Çocuklardaki kaygı bozukluğu hakkında da bilgi veren Prof. Dr. Tarhan, “Yaş grubuna göre yaşıyorlar. 0-6 yaş arasındaki kaygı bozukluğu genellikle anne… Çocuk sabah kalktığı zaman annenin yüzüne bakar, o günün iyi geçip geçmeyeceğini annesinin yüzünden anlar. Annesi rahatlatıcı, güven verici, bağ kurabilen bir anneyse çocuk o gün iyi geçecek diye bakar. Deprem olsa hiç televizyona bakmaz, çocuk ne yapar? Anneye bakar, babaya bakar. Ergenlik çağında panik atak oluyor tabii… Özellikle 15 yaş yukarısı erişkinlerle eşdeğerdir. C tipi kişiler dediğimiz, bağımlı kişilerdir. Hep başkasından onay bekleyen kişilerdir. Kendi inisiyatif alamayan, karar veremeyen kişilerdir. Sosyal kaygıları vardır, ergenlerde de bu çok yaygın oluyor. Böyle özgüveni düşük olarak adlandırılan, sessiz hani ağzındaki lokmayı alıyorlar derler ya… Hep içine atıyorlar. Girişimci değil, atak değil, özgüvenli değil. Böyle kişiler devamlı birisine endeksli yaşamak isterler. Eğer bağımlılık ihtiyacını tatmin edemezse panik atak, kaygı bozukluğu ve çeşitli sağlık endişesi de varsa panik atak ortaya çıkabilir.” diye bilgi verdi.
Tarhan: “Panik atağa yatkın bir kişiliğimiz varsa olayları felaketleştirdiğimizi bilmemiz gerekiyor.”
Panik atakta tansiyon aletini uzaktan gördüğü zaman kişilerin tansiyonunun yirmi dörde çıktığını ifade eden Prof. Dr. Tarhan, orantısız tepki verildiği için o durumun panik olarak kabul edildiğini söyledi.
“Stres kontrolü faydalı ama panik zararlı… Onun için panik atağa yatkın bir kişiliğimiz varsa durumları ve olayları felaketleştirdiğimizi bilmemiz gerekiyor.” diyen Prof. Dr. Tarhan, şöyle devam etti:
“Panik atak geçirdiyse kişi biz ona ‘Artık sakın hastaneye gitme’ diyoruz. ‘Artık senin teşhisin belli, en fazla şu dil altı hapını al’ diyoruz. Dil altı hapları var, damlalar var. Beyindeki bozulan alanları gösterdiğimiz zaman daha çabuk ikna oluyorlar. Beyin haritalamaları var. Bazı kişilerde sağ beyin sol beyin uyumlu çalışmıyor. Bu kişilerde beynin orta bölgelerinde özellikle BETA dalgası yüksekse, bu kişinin stresi yüksektir. ‘Teşhisin belli ve bu tedavisi olan bir durum, sana bir tedavi planı yapıyoruz, onu uygula’ diyoruz. Kişi kafasında belirsizlik ve kavram kargaşasını anlamlandırdığı için rahatlıyor. O bile yüzde 50 düzelme sağlıyor.”
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, hastaların hekime güvendiği zaman 6 ay beklemeden düzelmeye başladığını da kaydederek, “Ama bunu iyice inceleyip, bütün tetkikleri yapmak lazım. Emin olmak lazım.” dedi.
Hastaların rutin işine ve hayatına dönmesinin önemine işaret eden Prof. Dr. Tarhan, şunları anlattı:
“Aşırı zihinsel uğraş hastalığı arttırıyor. Oturup devamlı ‘Ya panik geçirirsem ne olacak? Bundan sonra hayatım böyle mi geçecek?’ gibi… Sağlık endişesi varsa, beklenti anksiyetesi varsa bu kişide, terapide zaten onun kafasındaki belirsizliği giderip yanlış düşünce kalıplarına doğru düşünce kalıpları koymaya çalışıyoruz. Terapi gerekir. Kişi kendi kendine bunu yapamıyorsa terapi gerekir. Bazı yöntemler var. Kişinin beyin dalgalarını alıp o BETA dalgasını azaltıp ALFA dalgasını artırmayı gösteriyoruz. Biz onlara beyinlerinde ALFA dalgası üretmeyi öğretiyoruz. Kişi bunu öğrendiğinde beynini kontrol etmeyi öğreniyor.”
HASTA YAKINLARININ BİLGİLENDİRİLMESİ VE İŞ BİRLİĞİ ÖNEMLİ
Hasta yakınlarının evham yapıyorsun, takma kafana, kendi kendinin doktoru ol gibi nasihatlerle yanlış yaptığını da söyleyen Prof. Dr. Tarhan, sözlerini şöyle tamamladı: “
“O anda kontrolü kaybetme duygusu yaşıyor. Genellikle böyle durumlarla birlikte yaşadığı kişileri de bilgilendiriyoruz. Teşhis budur, tedavisi budur. Çözümü olan bir tedavi planını yapıp, ona uygularsanız onlarda buna karşı yapıcı davranıyorlar. Hastalığını besleyici davranırlarsa örneğin ‘Banyonun kapısında bekle, sakın beni yalnız bırakma’ diyene ‘Peki’ derse bu hastalığa pekiştirici etki yapabiliyor. Birdenbire ‘Senin bir şeyin yok!’ deyip reddetmemek gerekiyor. Yakınları dengeli davranırsa, bilimsel rehberliğe uygun davranırsa bu bizim tedavide en başarılı olduğumuz alanlardan birisidir.”